Domuz Tapusu

Domuz tabusu Kibele inancına kadar ulaşmaktadır. Domuz kelimesinin etimolojik açıdan bakarsak Sümer mitolojisinde Kuzey Mezopotamya takviminde aylardan birisi “Dumuzi olarak adlandırılırken, Babil takviminin dördüncü ayı “Du’üzu” veya “Dûzu”, günümüz Arap ve Türk takvimlerinde ise Temmuz ayı bu tanrının adını taşımaktadır.

Türklerin neden domuz yemediği , neden domuz tabusu olduğuyla alakalı araştırma yaptığımda yemek kitaplarında birkaç sebep yazmaktaydı. Domuzun yağlı bir hayvan olmasından yada totemizm inancından tüketilmediği düşünülmektedir. Bir başka öngörü göçebeler ve yerleşik yaşayanlar arasındaki nefret olduğu söylenmektedir. O sebeple yerleşik hayatta yaşayanların yediği domuzu, göçebelerin yemediklerini söylemektedir. Nevin HALICI’nın “Orta Asya Ve Göç Yolu Dönemi Mutfağı” kitabından bir kısım paylaşıyorum.
“Türklerin İslamiyet’ten önce neden domuz yemediği ile ilgili birçok teori mevcut. Domuz etinin yağlı olması, önüne geleni yiyen bir hayvan olması ya da totemizm inancından ötürü yenilmediğini savunanlar olmuştur. Ancak Otto Antonius, 1922 yılında konuya farklı bir açıdan yaklaşmış ve domuzun neden yenilmediğini, göçebe halklarının yerleşiklere duyduğu nefretle açıklamıştır. Antonius’a göre yerleşikler, göçebeleri vahşi, barbar, haydut olarak görmüşler, göçebeler de evlerinde, dükkânlanda oturan yerleşikleri hiç sevmemişlerdir. Bu nedenle birbirilerinden nefret ettikleri gibi, yerleşiklerin hayvanı olan domuzdan da nefret ediyorlardı”
YERLEŞİK TOPLUM VE GÖÇEBE TOPLULUKLAR ARASINDAKİ ÇATIŞMALAR
Süt içen ve süt ürünlerine dayalı bir mutfağa sahip olan, hayvancılıkla uğraşan göçebe veya yarı göçebe toplumlar ile çiftçilikle uğraşan yerleşik toplumlar arasında hep çatışmalar olmuştur. Birbirlerinin yediklerini de yadırgamışlardır. Örneğin göçebeler yol yürüyemeyen domuzu beğenmezken, yerleşik insanlar sütü küçümsemişlerdir. Çinliler, Orta Asyalılar için “süt içen barbarlar” diyorlardı. Benzer şekilde, İran şairi Sekâ, İranlıların şarabının Arapların ayranından üstün olduğunu bir beyitinde ifade eder.
“Ey Seká! Sâkinin elinden şarap kadehi al, Arap gibi ağaç çanaktan deve ayranı içme”
Horasanlı gezgin Nâsıir-ı Husrev’in, 1040’larda Arabistan çölünden Mekke’ye giderken, aç ve susuz olmasına rağmen yine de Bedevilerin verdikleri deve sütünü içemediğini anlatması bir başka örnektir.
Antik Yunanlar ve Romalıların da benzer bir önyargısı vardı. Onlar tereyağı yemez, yiyenleri de yadırgarlardı. MÖ 4. yüz yılda Anaksandrides adlı şair, Trakya’nın “kaba saçlı, tereyağı yiyen adamları”ndan bahseder, Romalı yazar Plinius da MS 79’da tereyağının ancak barbarlar tarafından yendiğini söylemiştir.
Ancak Roma İmparatorluğu’nun dağılmasıyla, doğudan gelen “barbarlar” Avrupa’da hayvancılığın yeniden canlanmasına neden olmuşlardır. Bugün bile Avrupa’yı tereyağı yiyen ve bira içen kuzeyliler ile zeytinyağı tüketen ve şarap içen güneyliler olarak ikiye bölmek mümkündür.
Domuz tabusu
Domuz tabusuna geri dönecek olursak domuzun kara listeye alınması yunan mitoljisinden beri olduğu düşünülmektedir. Fakat domuz tabusu kibele’ye kurban edilen domuzla bu yasak başlamışıtr.
Yunan mitolojisinde Persephone ve Afrodit arasında bir çatışma çıktı. Adonis avlanma becerileriyle tanınıyordu ve Afqa Ormanındaki (Byblos yakınlarındaki) av yolculuklarından birinde Adonis bir yaban domuzu tarafından saldırıya uğradı ve Afrodit’in elinde kan kaybetmeye başladı. Eski yunan mitolojisinde yaban domuzu, Adonisi öldürmüştür.
Sümer mitolojisine bakarsak Kuzey Mezopotamya takviminde aylardan birisi Dumuzi olarak adlandırılırken, Babil takviminin dördüncü ayı Du’üzu veya Dûzu, günümüz Arap ve Türk takvimlerinde ise Temmuz ayı bu tanrının adını taşımaktadır.
Sümer destanı “Çoban ile Çiftçi arasındaki anlaşmazlıkta” her ikisi de tanrıça İnanna’ya talip olan Dumuzi ile Enkidu arasındaki çekişme konu edinilmektedir. Babil-Akad halkının inanışında bitkilerin yeşillenmesinden sorumlu olan tanrının adı olup, Sümerce Dumuzi adıyla bilinmektedir. Dumuzi yani domuz takvimleştirilmiş ve unutulmamıştır. Temmuz ayı tarlaları domuzlar talan etmektedirler. Bunu unutturmamak için takvimleştirmişlerdir.
KİBELE VE ADAK
Kibele veya Kybele (Tanrıların anası), Anadolu kökenli bir ana tanrıçadır. Anadolu’da yapılan kazılar, ana tanrıça figürünün MÖ 6500 – 7000’lere kadar dayandığını ortaya çıkartmıştır. Kibele figürünün kökeni Anadolu’da çok eski dönemlere dayanır. Anadolu’da çok sayıda Kybele anıtı vardır.
Tapınaklarında Kibele’ye, çok ve çabuk üremesinden dolayı 12 dişi domuz kurban edilirdi.
Türk islam inancında adak adadğın zaman o kurbandan yiyemezsin . Kibele inancında da durum aynı şekildedir. Tanrıya sunulan adaktan yememektedirler.
Kibeleye kurban edilen 12 dişi domuz her yıl kurban edilmektedir. Kibeleye kurban edilen domuzdan halk yiyemez. Tanrıya adanan tek hayvandır. O sebeple domuz halk tarafından yenilmemektedir.
Adak “kişinin sorumlu olmadığı halde farz veya vacip cinsinden bir ibadeti yapacağına dair Allah Teâla’ya söz vererek o ibadeti kendisine borç kılması”dır. Kur’an-ı Kerim’de, verilen sözde durulması, ahde ve akitlere bağlı kalınması (Mâide, 5/1; İsrâ, 17/34), Allah’a verilen sözün tutulması (Nahl, 16/91) emredilir ve yapılan adakların yerine getirilmesi istenir.
Kurban adayan kişinin kurban kesmesi vaciptir. Eğer kişi bu adağı, bir şartın gerçekleşmesine bağlamışsa bu şart gerçekleşince kesmesi gerekir. Adak kurbanının etinden adak sahibi, eşi, usûl ve fürûu (neslinden geldiği ana, baba, dede ve nineleri ile kendi neslinden gelen çocukları ve torunları) yiyemez.
Peygamber efendimiz (sav) sahabeleri tebliğ yapmaya gönderdiği vakit. “kültürlere dokunmayın” demiştir. Anlattığımız meseleyi baştan bakacak olursak bu kurban meselesinde tarihsel açıdan Kibeleden başlamaktadır. Kibeleye verilen 12 dişi domuz nedeniyle “tanrıya verilen bir şeyden başkası yiyemez inancı” ortaya çıkmıştır.
Hristiyanlıkta domuz
Şimdi başka bir soru ortaya çıkacak, “Hristiyanlar domuz yemekte bunun sebebi nedir?” diye.
Hinstiyanlık, ancak Avrupa’nın soğuk bölgelerine yayıldıktan sonra beşinci yüzyılda, birkaç yıl üst üste yaşanan kıtlık yıllarındaki dinsel izinle domuz yasağını kaldırmıştır. Avrupada bir kıtlık yaşanmakta ve etrafta çok fazla yaban domuzu dolaşmaktadır. Halk tarafından din adamlarına karşı isyan var. Halk, “Yiyeceğimiz yok etrafımızda domuzlar geziyor” demektedir. Pavlus bir gece rüya görmektedir. Rüya’da İsa’yı gördüm. Domuzu yiyebilirsiniz diyor. Ve “Ağızdan giren şey, insanın imanını bozmaz” diye bir ilke öne sürmektedir. Tepkilerden kaçmak için bu yönteme başvurmaktadır. Eski ahitte domuz halen yasaktır.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE DOMUZ
Türk kültüründe yasak olmasının sebebi domuzun çokça suya ihtiyacı olmasının sebebidir. Türklerde su önemlidir. Orhun yazıtlarında su kültünden bahsedilmektedir. Cengiz han yasasına göre “suyu bilerek kirletmenin hükmü ölümdür”.
Orhun Yazıtlarında Türkler; yer, su, ağaç, orman gibi coğrafi özelliklerden kutsallık atfederek bahsetmişlerdir. Akan su yaşar, hareketlidir, esin kaynağı olur, iyileştirici özelliktedir ve yol göstericidir. Su kaynağı veya nehir, güç, yaşam, canlılık ve süreklilik ifadesidir.
Türklerde kutsanmış yeri ile kutsanmış suyu ile bütün yurdun kutlu olduğu inancı hâkimdir. Suyun ve toprağın korunmadığı yer açlığın kol gezdiği yerlerdir. Yazıtlara göre halkın aç kalmaması için suyu ve toprağı koruyan hakanlar gönderilmiştir.
Domuz derisi çabuk kuruduğu için bol suya ihtiyacı vardır. Su Türk kültüründe kutsal olduğundan bu hoş görülmemiş ve yetiştirilmemiştir. Tarihçi Heradot, MÖ 700 – 300 yılları arasında yaşayan Türk göçebe bir kabile olan İskitler’de domuz yemenin yasak olduğunu yazıyor. Türkler Ön Türk döneminde bile domuzu istememiştir. Çokça ürediği zaman bile sadece öldürmüştür.
“dağda bir domuzu eksik” sözü zenginliği ifade etmektedir. Bunun nedeni çok fazla su israfı olmasıdır.