ŞEKER İLE NASIL TANIŞTIK ?

Çocukluğunuzda ilk şekeri veya tatlıyı ne zaman yediğinizi hatırlıyor musunuz ?
Büyük ihtimalle hatırlamazsınız. Açıkçası bende hatırlamıyorum. Ama çocukken tatlıya olan düşkünlüğümüz çok fazla olduğunu biliyoruz. Ve büyüdüğümüzde halen devam ediyor.
Kendimizin ne zaman tatlı yiyip yemediğini bilmiyoruz ama atalarımızın ne zaman tatlı yemeye başladığını biliyoruz.
Günümüzde kahvenin yanına ya da yemek sonrası mutlaka bir tatlı arıyoruz. Oysa Türkler, tarih boyunca tatlıya mesafeli bir toplumdu. Orta Asya bozkırlarında yaşayan atalarımız için et, süt ve tahıl esas beslenme kaynaklarıydı; tatlıya ise neredeyse hiç yer yoktu. Tatlı yemek, hatta kimi zaman ‘ayıp’ sayılırdı.
BEN ÖLSEMDE O TATLIYI YEMEM!!!
İbn Battuta, 14. yüzyılın başlarında Anadolu ve çevresinde yaptığı yolculuklarda bunun ilginç bir örneğini aktarır:
“Ramazanda Sultan Özbeğ’in huzurunda bulunuyordum. Yemekler çoğunlukla kısrak veya koyun eti ve rişte (erişte benzeri) ile hazırlanırdı. Bir gece arkadaşlarımın yaptıkları tatlıdan bir tabak alıp sultana sundum. Sultan yalnızca parmağının ucuyla tadıp bıraktı.
Bir başka sefer Tülūgtimur, sultanın hizmetkârlarından birine ‘Şu tatlıyı ye, yoksa hepinizi yok ederim!’ dediğinde adam ‘Beni öldürsen de yemem’ cevabını verdi.”
Bu yaklaşım, İslamiyet’in kabulüyle birlikte değişti. Önce bal ve pekmez, ardından şeker ve şekerden yapılan tatlılar mutfakta kendine yer buldu.
Osmanlı saray mutfağı, şekerin ve tatlının yükselişinin en parlak sahnesi oldu. Sarayın mutfak defterleri, sultan düğünlerini anlatan sürnâmeler, ziyafet masraf defterleri hep Osmanlıların tatlı düşkünlüğünü gösterir.

Helva: Kültürel Bir Tatlı
Helva, doğumdan ölüme, düğünden bayrama her sofrada karşımıza çıkan bir tatlıdır.
Anılarla birlikte hafızalara kazınır:
• Vefat eden bir yakınınız için yapılan un helvası, acının tadını hatırlatır.
• Bir düğünde yediğiniz irmik helvası, sevinci ve paylaşımı çağrıştırır.
Geçtiğimiz aylarda Bursa Ulu Cami civarında bir esnaf lokantası ustasıyla konuşmuştum. Bana, 30 yıl öncesine kadar helvanın dört farklı yağla yapıldığını anlattı: tereyağı, sıvı yağ, zeytinyağı ve kuyruk yağı. İlk duyduğumda şaşırmıştım.
Bu yöntem helvaya yoğun bir tat veriyor ama ağır kokusu da var; yapmaya kalkarsanız şimdiden uyarayım.
ŞEKERİN YOLCULUĞU VE TATLININ ANLAMI
Şeker yalnızca bir besin değil, aynı zamanda keyif ve mutluluğun simgesidir. Hemen her dilde sevgi ve sevecenlik “tatlı” kelimesiyle anlatılır: “tatlım”, “şekerim” gibi hitaplar sadece Türkçede değil, dünyanın birçok dilinde vardır.
YEMEK YADA YEMEMEK BÜTÜN MESELE BU 🙂
Molière’in ünlü sorusu akla gelir: “Yemek için mi yaşamalı, yoksa yaşamak için mi yemeli?” Bu sorunun cevabını belki de şekerin yolculuğu verir. Önceleri uzak durulan, hatta “ayıp” görülen tatlılar, bugün hayatımızın en güzel anlarının ayrılmaz parçasıdır.
YEMEKSİZ ASLA OLMAZ !!!
Prof. Baysal’ın dediği gibi:
“İklim koşulları uygun olduğunda konutsuz ve giysisiz yaşanabilir, fakat beslenmeden yaşam olanaksızdır.”
Şeker, bu beslenmenin en temel yapıtaşlarından biridir. Karbonhidratlar, özellikle ağır işlerde ve hareketli yaşamda vazgeçilmez enerji kaynağıdır. Ama şeker sadece enerji değildir; kültürün, paylaşımın ve hafızanın da tatlı bir simgesidir.
SADEDE GELELİM.
Şekerin mutfağımıza girmesi uzun bir yolculuğun sonucudur. Orta Asya’da tatlıya mesafeli bir toplulukken, İslamiyet ve Osmanlı mutfağıyla birlikte tatlıyı hayatımızın merkezine aldık. Bugün helva, baklava ya da lokum gibi tatlılarımız yalnızca damak zevkini değil, aynı zamanda kültürel hafızamızı da taşır.
Tatlı, geçmişimizi ve bugünümüzü birbirine bağlayan en tatlı köprüdür.